Kindred

Charlotte, erkek arkadaşı Ben ile birlikte küçük bir kulübede yaşarken hamile olduğunu öğrenir. Ancak bebeğin doğumunun kesinleşmediği bu hassas dönemde, Ben’in ani bir at tekmelemesi sonucu hayatını kaybetmesiyle çiftin Avustralya’ya taşınma hayalleri alt üst olur. Zaten psikolojik olarak kırılgan olan Charlotte, bu trajedinin ardından iyice kötüleşir ve halüsinasyonlar görmeye başlar. Ben’in ailesi, bebeğin ve Charlotte’un sağlığı için ona destek olmayı teklif eder; en azından doğuma kadar yanında kalmasını isterler. Ancak zamanla Charlotte, burada zorla tutulduğuna ve hayatına kast edildiğine dair şüpheler beslemeye başlar. Başlangıçta bunun sadece hastalığının bir belirtisi olduğunu düşünür ve bu düşünceleri reddeder. Fakat çayında ilaç parçaları bulması ve kapıların kilitlenmesi, onun zihnini iyice dağıtır. Ben’in ailesinin asıl önceliğinin sadece bebeğin iyiliği olduğunu, kendisiyle ilgilenmediklerini fark eder. Üvey kardeşi ise ona şefkatle yaklaşsa da, Charlotte’un halüsinasyonları ve korkuları artar. Sonuç olarak, en iyi çözümün kaçmak olduğuna karar verir. Peki, Charlotte’un Ben’in aşırı korumacı annesinden kaçıp bebeğiyle huzur bulma mücadelesi ona ne gibi bedeller ödetecektir?